Hayata ve olaylara bakış açısındaki çelişki veya samimiyetsizlik daha güzel anlatılamazdı. Maalesef gün geçtikçe yanlış söz, tutum ve eylemlere karşı; tarafa veya faile göre tepki veya tepkisizlik hali yaygınlaşmakta.
Amiyane tabirle bizdense, adamımsa yanlış yapmışsa kör, sağır, dilsiz halleri; bizden değilse, adamım değilse abartılı ve yüksek tondan olumsuz tepki durumları.
Bu gidişat iyi değil, doğru değil, sürdürülebilir değil, vicdani değil, ahlaki değil, İslami ve insani hiç değil.
Doğruya doğru, yanlışa yanlış diyebilmek cesaret işi olmamalı.
Yanlışlara ses çıkarmayarak, yanlış yapanların ve yanlışın yaygınlaşmasının yüreklendirildiği bilinmeli.
Prensiplerin, kuralların çiğnenmesi durumunda tepkilerin makama, sosyal statüye, maddi güce, partidaşlığa, yakınlık durumuna göre değişkenlik gösterilmesi sosyal adaleti ve adalete olan güveni, toplumsal huzur ve barışı zedeler.
İvedilikle bu psikolojiden sıyrılmalıyız. Sadece zarfa bakanlardan, baktıranlardan değil; zarftan ziyade mazrufa bakanlardan olmalıyız. Kim söylüyor dan ziyade ne söylüyor a bakmalıyız.
Ya söylediklerinden bizlere pay düşüyorsa?
Hadis-i Şerif'te buyurulduğu üzere “Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki bu imanın en zayıf derecesidir” yine her Müslüman ma’rufu emir ve münkerden nehiy vazifesiyle görevli olduğu şuurunda olmak gerekir.
Yanlış söylem, tutum, eylemlere tepki göstermeme, ve düzeltilmesine katkıda bulunmama alışkanlığının caiz olmadığı sonucu çıkmıyor mu kutsal kitaptan?
Hele alimlerin ve yöneticilerin yanlışlar ve hatalar karşısında halktan daha fazla sorumluluk sahibi olduğu gerçeğini de…
Uzun sözü terazimizin hassas ayarını yapma amacıyla konuya dair iki hadisle noktalayalım:
Hz. Peygamber, Ezd kabilesinden İbn Lütbiyye denilen birini zekât toplamak üzere memur tayin etti. Bu şahıs görevini tamamlayıp döndüğünde Rasûlüllah’a topladığı zekâtı işaretle: ‘‘Bunlar sizindir, bunlar da bana hediye olarak verilenlerdir’’ dedi.
Bunun üzerine Hz. Peygamber, kalktı ve Allah’a hamd ve senâda bulunduktan sonra şöyle bir hutbe irad etti: ‘‘Ben bir memur görevlendiriyorum, sonra da bana; ‘bu size ait olandır, bu da bana hediye edilenlerdir’ diyor.
Bu kişi sözünde doğruysa annesinin veya babasının evinde otursaydı, kendisine bunlar hediye edilecek miydi? Allah’a yemin olsun ki, sizden her kim hakkı olmayan bir şeyi alırsa, kıyamet günü onu sırtına yüklenmiş olarak Allah’ın huzuruna çıkacaktır.’’
Hz. Âişe’den rivayet edildiğine göre, Mahzûm kabilesinden hırsızlık yapan bir kadının durumu Kureyşlileri pek üzmüştü. Bunun üzerine:
- Bu konuyu Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile kim görüşebilir? diye kendi aralarında konuştular. Bazıları:
- Buna Resûlullah’ın sevgilisi Üsâme İbni Zeyd’den başka kimse cesaret edemez, dediler.
Üsâme de onların istekleri doğrultusunda Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile konuştu.
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Üsâme’ye:
- “Allah’ın koyduğu cezalardan birinin uygulanmaması için aracılık mı yapıyorsun?” buyurduktan sonra kalkıp bir konuşma yaptı ve şunları söyledi:
“Sizden önceki milletlerin yok olmasına sebep, içlerinden soylu biri hırsızlık yapınca ona dokunmayıp, zayıf ve kimsesiz biri hırsızlık yapınca ona cezasını vermeleriydi. Allah’a yemin ederim ki, Muhammed’in kızı Fâtıma hırsızlık yapsaydı, onun da elini keserdim.”
Sayın avukatım güzel yazilmista kim üstüne alınacak kim bunu kendine dert edinecek onca pisliğin ahlaksızlığın kol gezdiği güzelim memleketimde kim buranın kahramanı olacak tarih olayları bildiği halde susanlari yazacak bu dünyada olmasa bile öteki dünyada hesap verecekler