Aşure Günü veya Aşura Günü, Hicrî takvimin ilk ayı olan Muharrem ayının onuncu günüdür.

Aşure Günü; Arapçada "on" anlamına gelen "aşara" kelimesinden türemiştir.

Muharrem, Hicri takvime göre yılın birinci ayıdır. Muharrem Arapça bir kelime olup, kelime kökü itibarıyla “haram”dantüremiştir. Sözcük karşılığı, haram olan, yasaklanan anlamındadır. 

Araplar, İslamiyet öncesi dönemde (Cahiliye döneminde) dahi, kabile yaşantısının bencilliklerinden kaçınarak, Arabi ilk ay olan “muharrem” ayında birbirlerine savaş açmak gibi “yasaklanan” fiillerden kaçınır ve uzaklaşırlardı.

İslam inancına göre; Hz. Adem'den itibaren peygamberlerin hayatında önemli hadiselerin yaşandığı, bereket, paylaşma, birlik ve beraberliğin simgesi aşurenin yapıldığı Muharrem ayında birçok hadisede olmuştur.

Aşure geleneğinin kaynağı konusunda birçok söylence var. Bunlardan en kuvvetlisi; Nuh tufanına dayanıyor. Nuh Peygamber, sular çekilip karaya çıkınca, geminin ambarında ne varsa çıkartıp büyük bir kazanda kaynatmış.

Tufandan kurtulanlar hep birlikte yiyip hallerine şükretmişler. Aşure geleneği oradan gelir deniyor. 

Bazı yörelerimizde Hz. Hüseyin’e yas olarak algılanır, Kerbela şehitlerinin ruhlarına varması dilenir. 

Bunun dışında Aşure Günü'nde gerçekleştiğine inanılan dini açıdan önemli bazı rivayetler bulunmaktadır. 

Bunlar; Hz.Adem'in işlediği günahtan sonra tövbesinin kabul edilmesi, Hz.İdris'in diri olarak göğe yükseltilmesi, Hz.Nuh'ungemisinin tufandan kurtulması, Hz.İbrahim'in ateşte yanmaması, Hz.Yakup'un oğlu Hz.Yusuf'a kavuşması, Hz.Eyyub’un hastalıklarının iyileşmesi, Hz.Musa’nınKızıldeniz'den geçip İsrailoğulları'nı firavun'dan kurtarması, Hz.Yunus’un balığın karnından çıkması, Hz.İsa'nın doğumu ve ölümden kurtarılıp göğe yükseltilmesidir. 

Musevilerin de bu günü oruçla geçirdikleri, peygamberimiz Hz.Muhammed bu günde oruç tutmayı tavsiye ettiği, Yahudilere benzememek açısından orucun Aşure günü ile bir gün öncesi veya bir gün sonrası ilave edilerek tutulması gerektiğine inanılır.

Kerbela katliamı, Kerbela Olayı veya Kerbela Savaşı; Miladi 10 Ekim 680'de (Hicri61, 10 Muharrem), bugünkü Irak sınırları içindeki Kerbela şehrinde, Hz.Muhammed'in torunu Hz.Hüseyin bağlı küçük bir birlik ile Emevi halifesi I. Yezid'inordusu arasında cereyan etmiştir. 

Sürecin başlangıcı; Muaviye öldükten sonra yerine söz verildiği gibi Hz. Hüseyin değil, Muaviye’nin oğlu Yezidgeçmiştir. Fakat Yezid’in halifeliğine tepkiler oldukça fazla olmuştur. Çünkü halifenin demokratik yollardan seçilmesi gerekiyordu ve Yezid’in halifeliği ile halifelik makamı saltanat usulüne çevrilmiş oluyordu. 

Yezid, halifelik makamına geçer geçmez iktidarını ve otoritesini sağlamlaştırmak maksadıyla Medine valisine, kendisine itaat etmeleri konusunda mektup yazmıştı. Diğer taraftan, Kûfe halkı ise Hz. Ali’ye sıkı sıkıya bağlı olduklarından Yezid’in halifeliğini tanımak istemediler. Ayrıca, Emeviler dönemi ile birlikte başkent, Şam’a taşınmıştı ve Kûfe’nin gelirlerinde de gözle görülür azalmalar yaşanmıştı. Tüm bu nedenlerden ötürü Kûfe halkı, Hz. Ali’nin oğlu Hz. Hüseyin’e mektup yazarak kendisine bağlılıklarını bildirdiler ve onu Kûfe’ye davet ettiler. Hz. Hüseyin, kendisini Kûfe’de kalabalık bir grubun beklediğini düşündüğünden bu daveti kabul etti ve Kûfe’ye gitti.

Yanına ailesini de alarak Kûfe’ye giden Hz. Hüseyin’in ordusu ile Yezid’in ordusu Kerbela’da karşılaştı. Hz. Hüseyin’in ordusunda bulunan 72 adama karşılık, Yezid’inordusunda 5.500 kişi olduğundan bu mücadele, Hz. Hüseyin ve beraberindekilerin şehit edilmeleriyle sonuçlandı. Hz. Hüseyin’in ailesi esir alındı ve kanlı bir şekilde biten bu olay, tarihe Kerbela Olayı (Kerbela Katliamı) olarak geçti.

Hz. Hüseyin Peygamberin torunu ve Hz. Ali ile Hz. Fatıma’nın ikinci çocuğu idi. O zamana kadar Araplar arasında pek rastlanmayan bu adı ona Hz. Muhammed vermiş idi. Bazı kaynaklarda İmam Hüseyin doğduğu zaman Hz. Muhammed’in kulağına; ‘O cennet çocuklarının efendisi (Seyyid)’dir’; diye seslendiği yazılıdır. 

Peygamberimiz, Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’i çok severdi. “Bunlar benim oğullarımdır, kızımın oğullarıdır; Allah’ım ben onları seviyorum, sen de onları sevenleri sev.” dediği bir çok kaynakta yazılıdır.

İmam Hüseyin’in çocukluğu Peygamberin derin sevgi ve şefkati içinde geçti. Ancak bu durum kısa sürdü. Daha 5 yaşındayken dedesini yani Hz. Muhammed’i ve kısa bir süre sonra da annesi Hz. Fatıma’yı kaybetti. Bu durumun onu oldukça etkilemiştir.

Hz. Ali’nin şahadeti sonrasında abisi Hz. Hasan’a itaat etmeyi yeğledi. Çünkü babası ölürken ona abisine uymasını vasiyet etmişti. Ancak abisinin Muaviye’nin hileleriyle zehirletilerek şehit edilmesinden sonra yaşanan gelişmeler onun o zaman kadarki durumunu değiştirdi. Yezid’e biat etmemekteki kararlılığı onun bu yolda sonuna kadar gideceğini gösteriyordu.

Muaviye ölmeden önce çeşitli hile ve tehditlerle halkı oğlu Yezid’e biat ettirmiş; Hz. Hüseyin ve bazıları gelenleri biat etmemişlerdi. Yezid ilk iş olarak babasının yarım bıraktığı bu işi tamamlamak üzere, Velid’e yolladığı mektupta “her ne suretle olursa olsun Hz. Hüseyin, İbn-i Zübeyr ve İbn-i Ömer’in biatlerinin sağlanmasını, eğer bu mümkün olmazsa, boyunlarının vurulup, başlarının kendisine gönderilmesini istiyordu. İktidar hırsının iştahlarını kabarttığı Emeviler’inyapamayacakları iş yoktu. Babası Muaviye’nin izinden giden Yezid, gerekirse Peygamberin sevgili torununun dahi başını kesmeye, Ehli Beyte zulüm etmeye kararlıydı.”

Doğal olarak Hz. Hüseyin, Yezid’e biat etmedi ve Velid’inçabaları sonuç vermedi. 4 Mayıs 680 gecesi kardeşi Muhammed Hanefi’nin de tavsiyesiyle bütün aile fertleriyle birlikte Mekke’ye gitti. Ayrıca bu sırada Hz. Hüseyin’in Mekke’ye gittiğini öğrenen Kufeliler de Hz. Hüseyin’e elçiler göndererek Kufe’ye davet ederek kendisini halife olarak tanımaya hazır olduklarını bildirdiler. Bunun üzerine Hz. Hüseyin de amcaoğlu Müslim b. Akıyl’i oradaki durumu yerinde görmek ve uygun bir zemin sağlamak üzere Kufe’yegönderdi. Önceleri Müslim Kufe’deki çalışmalarında başarılı oldu ve Hz. Hüseyin de bunun üzerine Mekke’den Kufe’yedoğru yola çıktı.

Bu arada Müslim’in faaliyetleri Yezid tarafından haber alınınca, Kufe Valiliğine zalim Ubeydullah getirildi ve Müslim yakalanarak idam edildi. Ubeydullah’ın Kufe valiliğine atanması şüphesiz anlamlıydı. Çünkü o Muaviye’nin Irak Valisi Ziyad b. Ebih’in oğluydu. Zalimlikte babasından aşağı değildi. Ubeydullah’ın Kufe Valiliğine atanmasıyla Hz. Hüseyin’i davet eden onbinler korku ve tehditle sindirildi.

Hz. Hüseyin, Mekke’den Kufe’ye doğru yola çıktığında amcaoğlu Müslim Yezid’in adamlarınca öldürülmüştü. Hz. Hüseyin kafilesiyle ilerlerken yolda, ünlü Arap Şair Ferezdakile karşılaşıldı. Hz. Hüseyin ondan Kufe’deki durumu sorunca, Ferezdak, “Halkın kalbi seninle, kılıçları ise Beni Emevileriledir; kaza ise gökten iner ve Allah dilediğini işler.” dedi. 

Hz. Hüseyin de ‘Doğru söyledin, Allahın dediği olur.’ dedi ve yola devam edildi. Hz. Hüseyin Müslim’in Yezid’inadamlarınca acımasızca öldürüldüğünü yolda öğrendiğinde oldukça üzüldü. Kufelilerin kalleşliği ve dönekliği ortada olduğu, Müslim’e oynanan oyun her şeyi gösterdiği halde, hatta kendisi için baş koyduklarını söyleyenler dağılıp kaçtığı halde o, Mekke’den yola çıkan ailesi ve fedakar dostlarıyla, yola devam etmekten çekinmedi. Hatta ordunun geldiğini haber alınca yanındakilere zaman varken kendisinden gece ayrılabileceklerini ifade ettiyse de, yanında bulunanlar “hayatlarını kurtarmak için onu terk etmek alçaklığını yapmayacaklarını ifade ettiler.”

Hz. Hüseyin ya başarıya ulaşacak, insanları eşitlik, kardeşlik ve adalet ülküleri içinde yaşatacak, Yezid’in saltanatına son verecek ya da bu yolda boyun eğmeden şehid olacaktı. İşte Hz. Hüseyin, bu asil duyguların esiri olarak adım adım Kerbela’ya, her neye mal olursa olsun gidecekti.

Burada ele alacağımız bu olay, sadece islam tarihinin değil insanlık tarihinin de en kara ve acıklı sayfalarını oluşturur. Peygamberin cennetin efendileri olduklarını söylediği iki sevgili torunundan Hz. Hüseyin’in acımasızca şehid edildiği bu olayı Emevi yandaşı zavallıların açıklarken nasıl kılıktan kılığa büründüklerini ibret ve hayretle görüyoruz.

Hz. Hüseyin ve beraberindekiler Kerbela’ya geldiklerinde hem susuz bırakılmış, hem de binlerce kişilik ordu tarafından sarılmış durumdaydılar. İnsanlık değerlerinden yoksun Kufe Valisi zalim Ubeydullah, Hz. Hüseyin’in geri dönmek, Yezid’le görüşmek veya İslam sınırlarından herhangi birine gitmek isteklerinden hiçbirini kabul etmedi. Esasen onun görevi Yezid’in emrini yerine getirmek yani Hz. Hüseyin’i şehid etmekti. Çünkü biliyordu ki, Hz. Hüseyin yaşadığı sürece efendisi Yezid’erahat yoktu.

Şimdi sözde Müslümanlardan oluşan koskoca bir ordu, kendi dinini kuran Hz. Muhammed’in her yönden üstün yaratılış ve niteliğine sahip torununa ve onun ailesine saldırıyor, öldürmeye çabalıyordu. Karşılarındaki bir avuç insan ise günlerdir susuzdu. Hararetten insanların dudakları çatlamış, dilleri kurumuş, bağırları yanmıştı. Fakat karşılarındaki paralı askerlerde insaf yoktu, acıma bilmiyorlardı, kana susamışlardı, şan ve şöhretin esiriydiler. Meğer insanoğlu, servet, şöhret ve makam için sırasında ne kadar küçülüp, alçalabiliyordu.

Nihayet 10 Ekim 680 (Hicri 10, Muharrem 61) günü Hz. Hüseyin son hazırlıklarını yaptı ve Yezid’in ordusuna yaklaşarak onlara hitab etmek istedi. Ancak bu çok veciz konuşma gözleri dönmüş azgınlardan oluşan bu orduyu pek etkilemedi. Hz. Hüseyin’in bu sözlerinin edebi bakımdan da ayrı bir değeri vardır. Allah’a hamd ve sena, Hz. Muhammed’e, meleklere ve nebilere sonra şöyle diyordu:

Hz. Hüseyin atını sürerek iki ordu arasında bir yerde durdu ve Yezid’in ordusuna hitaben: “Ey Kufe halkı benim kim olduğumu ve sonra da vicdanınızın sesini dinleyiniz. Ben Peygamberin torunu değil miyim? Benim katlim size helal olur mu? Peygamberin hadisini ne çabuk unuttunuz. O, bizler için ‘Siz ehlibeytin seyitlerisiniz’ diye buyurmuştu. Bunu bilmiyor musunuz? Ben o büyük Peygamberin kızının oğlu, vasisi ve amcazadesi olan zatın oğlu değil miyim? Şayet bu hadisi unuttu iseniz, içinizde bunu size hatırlatacak kimseler vardır. Benden ne istiyorsunuz? Medine’de Resulullahınravzai mübarekesinin yanında kendi halimde yaşarken beni orada bırakmadınız. Mekke’de itikafa çekilmeme müsaade etmediniz. Davet nameler göndererek, ricalar ederek, yalvararak beni buraya kadar çağırdınız. Ben sizin bu davetiniz üzerine buralara kadar geldim. Şimdi beni öldürmek istiyorsunuz. Bu akıbete müstehak olabilmek için ben sizlere ne yaptım? İçinizden birisini mi öldürdüm? Yoksa birinizin malını mı gasbettim? Eğer beni istemiyorsanız bırakınız gideyim. Bu ne gaddarlık ve bu ne hilekarlıktır!”

Hz. Hüseyin’in bu hitabı sonrasındaki gelişmeleri Fuzuli şöyle nakleder: “Cemaat bir ağızdan yaptıklarını inkara kalkıştılar. İmam Hüseyin, mektupları onların önüne koyup böylece inkara mecal bırakmadıktan sonra mektupları ateşte yaktırdı. O zaman Ömer b. Sa’d gelip:

– Ey Hüseyin! Dedi, bu hikayelerden bir sonuç çıkmaz. Ya Yezid’e biat edersin yahut da ölümü göze alırsın.! Bu sözleri söyledikten sonra eline bir ok alıp:

– Ey Kufe halkı, şahit olun ve Ubeydullah b. Ziyad huzurunda da şahitlik edin ki, Hz. Hüseyin’le savaşa tutuşan ilk defa ben oldum. Bunları söyleyerek o oku Hz. Hüseyin’e doğru fırlattı. Hz. Hüseyin sakalını eline alarak: 

– Ey kavim Allah’ın gazabı yahudilere ‘Aziz Allahınoğludur!- dedikleri zaman son şiddetini bulmuştu. Ve yine Tanrı’nın kahrı, Hıristiyan kavmine ’Mesih, Allahın oğludur’; dedikleri zaman, indi. Allah’ın Gazabı bugün de size Al-i Resule (Ehli Beyt’e) kastettiğiniz için erişmektedir. Bedeninizdeki her kıl, demirine su verilmiş bir hançer olsa ‘Allah sabırlıları sever, emrinden dışarı çıkmam. Ve her biriniz ayrı ayrı bana kastetmek için kin tutan askerlerden olsanız, ‘Allah sabırlıları sever! buyruğunu bırakmam. Rivayet ederler ki, Yezid’in askerleri İbni Sağd’ın gayretini gördüğünde ona uyup Hz. Hüseyin’i öyle bir ok yağmuruna tuttular ki atılan oklardan güneş görünmez oldu. Hz. Hüseyin bu hücum karşısında süvarilerine dönüp yanındakilere şunları söyledi:

– Ey ve fakir arkadaşlar ve benim için canlarını ortaya koyan insanlar! Kavgaya kendinizi hazırlayın ki, kanların döküleceği zamandır. Çok dengesiz bir şekilde başlayan savaşta Hz. Hüseyin’in 23 süvari ve 40 piyadeden oluşan askerleri öğle üzeri olduğunda iyice azalmış durumdaydı. Hz. Hüseyin de bu az sayıda susuz ve bitkin insanla yaya olarak savaşıyordu. Sonunda Şimr’in emriyle her yandan hücum edilerek Hz. Hüseyin şehid edildi. 

Kafile Ninevâ bölgesindeki Kerbelâ’ya 2 Muharrem 61’de (2 Ekim 680 tarihinde) vardı.

Peygamberin torunu, Hz. Hüseyin’in vücudunda otuz üç ok, otuz dört kılıç darbesiyle şehit edilmiştir. (10 Muharrem 61-10 Ekim 680).

Düştü İmam Hüseyin atından Sahray Kerbela’ya. Cibril var haber ver Sultanı Enbiyaya. Sonra çadırlar ve kadınlar yağma edildi, hasta ve yatakta olan İmam Zeynel Abidin Ali de öldürülmek istendi. Bu kanlı savaşın bitiminde İmam Zeynel Abidin yatak ve yorganlara sarılarak saklanmıştı. Hz. Hüseyin’in şehid edilmesi sonrasında çadıra koşan Şimr‘Hüseyin’in bir oğlu daha olacak o nerede?’ diye aramaya başladı. Çadırın her tarafını arayıp çocuğu buldu. Fakat bu esnada çadırda bulunan kadınlar Şimr’e hücum ederek Zeynel Abidin’i bu caninin elinden kurtardılar.

Bu çirkin şavaşın en küçük kurbanı ise daha altı aylık bir bebek olan Hz. Hüseyin’in oğlu Ali Asgar’dı. Hz. Hüseyin’in yanındakilerden şehid olanlar yetmiş iki kişi idi. Yezidordusunun komutanı, bu şehitlerin başlarını Vali Ubeydullah’a gönderdi. Hz. Hüseyin’in kızları, kız kardeşleri ve çocuklar da Kufe’ye Ubeydullah’ın huzuruna getirildiler. Ubeydullah’ın Peygamberin soyuna karşı davranışı çok çirkin ve kaba idi; kendilerine hakaretler ve tehditler savurdu, hatta İmam Zeynel Abidin’i öldürmek dahi istedi. Ubeydullah bundan sonra İmam Zeynel Abidin’in ellerini bağlatıp, Kerbela’daöldürülenlerin kesilmiş başlarını, çoluk çocuğu Şam’a Halife Yezid’in yanına yolladı. Şam’a vardıklarında onları götüren Züheyr, Halife Yezid’in yanına girip başarıyı(!) müjdelemiş ve Kerbela savaşının ayrıntılarını anlatmıştı.

Hz. Hüseyin’in ailesini getiren kafile Yezid’in sarayına getirilmişti. Kısa süre sonra ehlibeyt kadınlarını Yezid’inhuzuruna çıkardılar. Kadınlar İmam Hüseyin’in kesik başını Yezid’in önünde görünce feryad ve figan etmeye başladılar. Kadınlarla birlikte zincirli bir şekilde İmam Zeynel Abidin de Yezid’in huzuruna getirilmişti. Manzaranın dehşetinden Yezid’in yanında bulunanlar bile dehşete kapılmışlar ve bunu açıkça belirtmişlerdi. 

Yezid Hz. Hüseyin’i ortadan kaldırdıktan sonra artık rahatlamış sayılırdı. Şimdi Ehl-i beyte yalandan da olsa saygılı davranabilirdi. Derhal Zeynel Abidin’in zincirlerini çözdürdü.

Yezid’in kadınlarıda Ehli beyt kadınlarını teselli etmeye çalışıyorlardı. Artık Yezid yaptığı kötülükleri ve cinayetleri unutturabilmek için Ehl-i Beyt’e iyi davranıyor, sarayda onlarla konuşuyor, her isteklerinin yerine getirileceğini belirtiyordu. Daha sonra Numan bin Bekir komutasındaki bir muhafız kıtası eşliğinde onları Medine’ye kadar götürdü. Yezid, Zeynel Abidin’i uğurlarken şu yalanı bile uydurabiliyordu: “Allah, İbni Mercame’ye lanet eylesin. Vallahi ben olsaydım babanın her isteğini yerine getirirdim. Lakin kaderi İlahi böyle yazmış ne yapalım!”

Ne Allah’tan korkuları vardı, ne de Peygamberden çekinmeleri vardı, ne de utanma biliyorlardı. Şu da muhakkak ki, yeryüzünde Yezid gibi ahlak yönünden düşük insana az rastlanabilir. Onun bu işleri yapan eli Ubeydullah ise kötülük ve ahlaksızlıkta, zalimlikte efendisi ile yarış halindeydi. Şunu da bilmek lazımdır ki, Kerbela’da hak yolunda kendisinin yüz katı bir orduya karşı duran Hz. Hüseyin’in bu kahramanlığına da rastlamak imkânsızdır. Sonuç olarak Kerbela Olayı yüzyıllara damgasını vurmuş hüzünlü bir destandır.

İmam Hüseyin’in ve yanındakilerin Kerbela’da böyle feci şekilde katledilmeleri ve Peygamber sülalesinin akla gelmedik şekilde ihanete cüretleri halkı o kadar etkiledi ki, adeta Emevisaltanatı kökünden sarsıldı. Olay İran ve Hicaz’a duyulunca halkta Emevilere karşı büyük bir kin ve ayaklanma istekleri başladı. Bu durum karşısında da Yezid’in paralı kulları büsbütün kudurdu. Zulüm yolunda hiç çekinmez oldular.

Yezid’in, Hz. Hüseyin’e, Hz. Ali soyuna ve yandaşlarına yaptıkları, Mekke ve Medine’ye saldırması İslam tarihinin en kara sayfalarını oluşturur. Emevi zalimleri Hakkı tanımamışlar, azgınlaşmışlar ve Peygamber’in Ehl-i Beytine olmadık şeyler yapmışlardır. 

Bütün bunlar sonrasında Emevi saltanatı kökünden sarsıldı ve yıkıldı. İslam alemi yüzyıllardır Peygamber torunlarına yapılan bu zulmü unutmadı. Nihayet bir gün Muhtar isimli bir kahraman arkadaşları ile birlikte ayaklandı. Kufe şehrindeki Ömer bin Sa’d ile Kerbela Olayına katılanlardan 210 kişi kılıçtan geçirildi. Bu karışıklıklar sırasında kaçmaya çalışan Hz. Hüseyin’in katili Şimr de yakalandı ve katledildi.

İslam tarihinde Muharrem ayı içerisinde gerçekleşen bu facia her yıl canlandırılır. Ehl-i Beyt için ağıtlar, mersiyeler söylenir, matem tutulur. Hz. Ali’nin türbesi Necef’tedir. 

İmam Hüseyin, Ali Ekber, Ali Asgar ile birlikte Kerbela’daşehid düşen 72 kişinin mezarı vardır. Hz. Ali’nin türbesinin bulunduğu yere Meşhed-i Ali denir. Meşhed bir şehidin şehidolduğu yer demektir.

Sonuç olarak; Kerbela’da, İmam Hüseyin’in şehadetinden bu yana İslam Dünyasında özellikle Anadolu Alevileri için büyük bir kudsiyete sahip olmuştur. 

İran ve Türk Edebiyatlarında Maktel-i Hüseyin adı altında bir edebi türe de yol açan bu facia yüzyıllardır hafızalardan silinmemiştir. 

Kerbela Şehri, Bağdat’tan 80 km. ve Fırat’ın 25 km. batısında bulunmaktadır. 

Hem Şah İsmail hem Kanuni, Necef’le birlikte Kerbela’yıziyaret etmişler ve İmam Hüseyin’in türbesine karşı çok saygı ve bağlılık göstermişlerdi.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Ali Güler 1 yıl önce

Rabbim bizi günümüzün yezitlerinden korusun ehlibeytin yolundan ayırmasın..